Ülkede iç ve dış gündem, terör, siyasi kutuplaşma o kadar kasvetli bir hava yarattı ki; diğer hayati başlıklarda eğer işin içinde değilseniz durumun ciddiyetini hemen hissetmek pek mümkün olmuyor. Ta ki, an gelip sizin ve yakın çevrenizin de hayatını derinden etkileyene dek. Ekonomiden piyasalardan bahsediyoruz. Çeklerin döndüğü, piyasaların belirsizliklerle savrulduğu, kredilerin geri ödenemediği, güvensiz ortam nedeni ile para akışının iyice ağırlaştığı, dış ülkelerle kavga sebebi ile azalan ticaretten ötürü iş yapamayan insanların giderek arttığı halimizden bahsediyoruz.
HANGİSİ DOĞRU?
Geçen gün devlet kanalında Türkiye’nin dünyanın en iyi ve istikrarlı ekonomilerinden birine sahip olduğu haberi vardı. Bir Bakan da, Türkiye’nin bölgede istikrar ve barış adası olarak herkesle dost olduğunu söyledi. Eğer durum yukarıdaki gibiyse o zaman bizim gördüklerimiz hayal mahsulü ve biz kötü insanlarız. Tersi ise durum çok daha vahim o zaman. Karar sizin. Bakın duruma, gerçeklere, kim haklı, siz karar verin. Ama modaya uyup çıkan kararı ‘tanımıyorum’ demek yok?
Bir gün mutlaka birileri, ‘Ya bu satırların yazarı hep iyiye iyi kötüye kötü dedi. Eleştirilere saygı duymayı artık öğrenelim’ demeyi öğrenecek. En azından bunu sağlarsak ne mutlu bize. O nedenle yılmadan yazmaya devam.
EKONOMİ İNSANLARIN GÜNDEMİNDE
Artık yazılarımız tüm internet siteler toplamında resmi raporlarla sabit 250 binin üzerinde tekil tıklama alıyor. Bir yazı için, tek başına çoğu günlük gazeteden daha fazla. Her makaleden sonra o kadar çok fikir veren dönüş geliyor ki; işte son dönemlerde de bunların içinde en çok dikkatimi çeken ekonomi ve ticaret dünyasından yükselen çığlıklar oldu.
HOCASINA SORDUK
Türkiye’nin iç ve dış politikada fırtınalı, hırçın, belirsiz ve gerginliklerle dolu hali piyasanın, ekonominin turizmin içinde olan herkesi derinden sarsmış durumda. Uzmanlığım ekonomi olmadığından bu konuyu, daha doğrusu; genel, resmi değerlendirmesini meselenin üstatlarından sevgili dostumuz Prof. Emre Alkin’e sorduk. Emre Hoca, ülkedeki soruna çok farklı ve o derece haklı yeni bakış açıları getirdi ve bakın neler dedi:
”Değerli bir siyaset uzmanı arkadaşım bana geçenlerde bir soru sordu: ‘Türkiye’nin önündeki en önemli riskler hangileri?” Bu çok önemli bir soru olduğu gibi cevabı da bir o kadar değerli. Türkiye’nin genel gidişatı hakkındaki risklerden iş yapmak için ya da yatırım yapmak için gelmek isteyenlerin çekindiği risklere kadar birçok açıdan değerlendirme yapılabilir.
RİSKLER NELER?
İlk önce analize iş yapma veya yatırım yapma açısından başlayalım. Dünya Ekonomik Forumu yani WEF, her yıl birbirinden farklı konuda birbirinden değişik analizler yapıyor. Mesela; “Hangi ülkede hangi global risk iş hayatı için endişe kaynağı” adlı çalışmanın özetine bakalım.
TÜRKİYE’DE FİNANSAL MEKANİZMA RİSKİ
ABD, Japonya ve Almanya için “siber saldırılar” endişe yaratırken, Türkiye ve Rusya için “finansal mekanizmadaki bozulma” muhtemel endişe kaynağı durumunda. Avrupa’nın büyük bir kısmı için işsizlik risk olarak gözükürken, Avustralya ve Çin’de “piyasa balonları” en büyük endişe kaynağı haline gelmiş. Demek ki yabancı gözüyle Türkiye’nin yaratabileceği en ciddi risk bankacılık ve finans piyasasındaki bozulma. Peki gerçekte durum böyle mi? Aslına bakılırsa Türkiye’deki Finans Piyasası Avrupa’daki birçok ülkeden daha iyi durumda. Ancak Ekonomik Model yaşlanmış ve suni teneffüsle ayakta tutulduğu için, konvansiyonel işler için alınan kredilerin düşük kar sebebiyle tehlikede olduğunu herkes biliyor. Teminat yapısı şimdilik bankacıları rahatlasa da, bir bankacı için en önemli teminat, kredi alan kişinin özellikleridir.
EMRE HOCA’YA GÖRE TÜRK İŞ DÜNYASININ HATASI
Türk İş Dünyası ABD ve Uzak Doğu’da olduğu gibi start-up şirketler kurarak milyarlarca dolarlık değerlere ulaşabilecek kafa yapısında değil. Onlar büyük fabrikalarda binlerce kişi çalıştırmaktan, çözüm yerine mal üretmekten, sıkışınca da gümrük duvarlarıyla korunmaktan hoşlanıyor. “Cari açık” en büyük risklerden biri olarak görüldüğü için, “cari açığı düşürüyoruz” sözünün arkasına saklanmak kolaylaşıyor.
TÜRKİYE’DE ŞİRKETLER KASLI DEĞİL YAĞLI
Buradan hareketle, ben kendi adıma Türkiye’deki iş hayatının önündeki en büyük risk, şirketlerin “kaslı” değil “yağlı” olmasıdır diyorum. Rekabete karşı sürekli korunmak istemeleri de bu sebepten. Mesela akıllı telefon ithalatının artmasının “telefon üretememek” olduğunu sanan bir anlayış var.
TELEFON MESELESİ
Telefonu herkes üretir. Ancak kullandığımız bilgisayar, telefon ve hayatımız için çözümler içeren uygulamaları koordineli olarak sunacak bir bakış açısını herkes üretemez. Bu sebeple spor ayakkabıdan çantaya, telefondan otomobile kadar hep yanı hatalı bakış açısı Türkiye’yi sırtından çekiyor. Türk Halkı’nı sırf cari açık düşsün diye mükemmel olandan mahrum edip “idare eder” olana mahkum etmek çok büyük bir deha gerektirmiyor. Asıl deha küresel ölçekte kendini kabul ettirmiş markalarla küresel ölçekte rekabet etmek ya da onlarla beraber hareket etmek. Yoksa onları gümrük duvarlarıyla yorup, vatandaşı yerli malı almaya zorlamak, işin kolayına kaçmaktan başka bir şey değil.
KAÇINILMAZ SON NE?
Dolayısıyla Türkiye’nin önündeki en büyük risk Türk İş Dünyası’nın ürettiklerine, devletin vatandaşı mecbur etmesidir diyebilirim. Finansal risk de bunun tam merkezindedir. Yağlanan şirketler bir gün sert rekabete maruz kaldıklarında kaçınılmaz olarak tarihe karışacaklardır. Turizmden perakendeciliğe kadar hemen hemen her sektörde “iyi günler kötü yönetildiği için” yağlanma vardır. Bazı sektörler bunun acısını çekmeye başlamıştır.
DİĞER RİSKLER?
Peki diğer riskler önemsiz mi? Değil elbette. Fakat; jeopolitik riskler her zaman vardı. Siyasette de “oh” dediğimiz günler sayılıdır. Bu karambolde, devlet ve özel sektör “korumacılık” işini hiçbir zaman doğru şekilde yönetemedi. Dün “cari açık sorun değil, kapanıyor işte” diyenler, bugün “cari açık mutlaka düşmeli” diyorsa ortada bir yanlışlık vardır. Enflasyon, cari açık, vergi politikalarındaki uyumsuzluk, Merkez Bankası’nın kararları, büyüme sancısı vs. hepsi Türkiye için ayrı birer risktir. Kabul ediyorum.
AMA YİNE DE...
Yine de “Türkiye’nin önündeki en önemli risk nedir?” diye sorulduğunda cevabım bellidir. “Bol bol mal ve hizmet üretmek ama çözüm üretememek.”
Evet; Emre Alkin hocamız böyle diyor. Ankara’da aktif bankacılık piyasası ve devlet sektörü içinde etkin olan uzman gölge adamımız ise şu hayati noktalara dikkat çekiyor;
”Ülkede ekonomi adına alarm zilleri çalıyor. Ama önce dış kriz ve risk noktalarını teker teker masaya yatıralım; 1- Çin’in büyümede ivme kaybetmesi, 2- AB merkez bankasının negatif faiz uygulamasına rağmen ekonomide ciddi bir ivme yakalanamaması, 3- Buna karşılık Akdeniz kuşağındaki AB ülkelerinde yüksek borçluluk ve yapısal sorunlar, bankacılık sektöründeki zayıf görünüm, 4- Amerika’da faiz artış trendine girilmesi, 5- Petrol fiyatlarının son iki yıldaki muazzam düşüşü, 6- Bu düşüşün (her ne kadar ülkemizin enerji maliyetini düşürse de) yoğun dış satış pazarımız olan petrol üretici ülkelerin bütçelerinde sıkıntı yaratması.
BANKACILIK ALARM VERİYOR
Tüm bu sorunların ışığında ülkemizdeki reel ekonomi ve bankacılık sektörüne baktığımızda bankacılık alarm veriyor. Son 5 yıldır hükümet ve düzenleyici kurumların aldığı kararlar nedeniyle karlılığın reel olarak düşmesi, özellikle özsermaye karlılığının %20’ye yakın oranlardan %11-12 seviyelerine gerilemesi; son 10 yıldır kredi hacimlerinin yüksek büyümesi nedeniyle bankaların ana fon yapıları olan mevduat hacminin kredileri fonlayamaz hale gelmesi (kredi/mevduat oranı ortalama %120’lere gelmiş durumda) dış kaynak gereksinimini iyice zorunlu hale getirmiş durumda bulunuyor. Buna karşılık bu fonu sağlayacak yurtdışı bankaların durumunun parlak olmaması, FED’in faiz artışı kapsamında dış fonların Amerika’da kalarak azalmaya başlaması; ülkemizin Güneydoğu, Rusya ve Suriye temelinde içinde bulunduğu jeopolitik risk, dış ticaretimizin 2 yıldır düşüş trendinde olması, bankaların mevcutta devam eden dış fonlarını vadesinde çevirmesinin dışında yeni fon bulmasını engelliyor.
BATIK KREDİ YÜZDE 3
Buna ilaveten bankalarda tüm kredilerin %3’ünü aşan oranda batık kredi hacminin oluşması ve önümüzdeki dönemde olumsuz beklentiler bankaların kredi verme iştahlarını azaltıyor. Ayrıca yükselen mevduat faiz oranları maliyetleri ciddi arttırmış durumda. Bu bağlamda yüksek faiz ve sınırlı kredi imkanı reel sektörü ciddi oranda etkilemeye başladı. Maalesef tüketici güveni nedeniyle harcamaların kısılması, dış sermaye girişinin azalması ve daha önceki krizlerde olduğu gibi hane halkının yastık altı tabir edilen döviz-altın vb. varlığını da sisteme güven sorunu nedeniyle sokmaması, ekonomik sistemi iyiden iyiye zora sokmaya başladı. Reel sektörün birçok kolundan olumsuz haberlerin gelmesi can sıkıyor. Esnaf da kan ağlıyor. ”
Bankacı bürokrat dostumuzun da görüşleri böyle. Durum bu. Karar sizin…
Görüşmek üzere… Türkiye ve siz iyi olun…